Sadiyka'nın Bloğu

Sadiykanın günlük islami hadis ve sohbet bloğu.

20 Ocak 2007

NAMAZI BOZAN HALLER VE FİİLLER

Namazı edâ eden mükellefin; kasden veya unutarak konuşması, namazı ifsad eder. Hanefi fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Muhakkak işte şu bizim namazımızdır ki; içinde insanların kelâmından herhangi birşey bulunmaz. Namaz ancak; tesbih, tehlil ve Kur'an-ı Kerim'in kıraatıdır" Hadis-i Şerifini esas almıştır. Ayrıca namazı edâ ederken birisine kasden selâm vermek, namazı ifsad eder. Kasden kaydının konulmasının sebebi şudur: Eğer unutarak selam verirse namazı bozulmaz. Çünkü selam zikir hükmündedir. Bu durumda unutma halindeki zikrin hükmüne dahil olur. Kasdî olduğu zaman "Konuşma" hükmündedir. Namazı edâ ederken; herhangi bir mü'minin vermiş olduğu selamı almak da "Konuşma" hükmüne dahil olacağı için, namazı ifsad eder. Genel kaide şudur: Mutlak manada konuşmak; ister az, ister çok olsun, ister kasden, ister unutarak olsun, namazı ifsad eder. İmam-ı Şafii (rha) indinde ise; unutarak konuşmak namazı ifsad etmez. Şafii fûkahası Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Muhakkak ki ALLAHû Teâla (cc) ümmetten hata ve unutmayı, bir de zorla yaptırıldıkları şeyi kaldırmıştır" Hadis-i Şerifini esas almıştır. İmam-ı Merginani: "Bu Hadis-i Şerif'teki unutmanın, günahının kaldırıldığına hamledileceğini beyan etmiştir. Yani dünyevi ahkamı devam eder. Hanefi bir müslüman; unutarak da olsa konuştuğu zaman, namazı bozulur.

Namazı edâ eden mükellef; namaz içerisinde iken insan sözüne benzeyen duada bulunursa namazı ifsad olur. Mesela: "ALLAHümme elbisni sevbe keza" (ALLAH'ım!.. Bana şöyle şöyle elbise giydir" veya "ALLAHümme zevvicni fülâneten" (ALLAH'ım beni filân kadınla tezviç et, evlendir) demek gibi!..

Bir kimse, selam niyeti ile namazı edâ ederken musafaha etse, namazı ifsad olur. Zira o manen konuşma hükmündedir. Ayrıca bir kimse aksırsa, namazı edâ eden mükellef de ona "Yerhamükellah" dese namazı bozulur. Namazı edâ eden mükellef aksırdığı zaman; kalbinden "Elhamdülillah" derse, namazı bozulmaz. Ancak bunu namazdan sonraya bırakması sahihtir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sizden birisine namazda birşey isabet ettiği zaman tesbih etsin" buyurduğu bilenmektedir. Dolayısıyla "Elhamdülillah" demek, tesbih mesabesindedir. Namazın ifsad olmamasının sebebi budur. Fakat namaz esnasında aksıran kimsenin "Elhamdülillah" demesi, diğer mükellefleri yanıltarak konuşmaya sevkedebilir. Bu sebeble namazda ya kalben tesbih olunması veya namaz sonrasına bırakılması esas alınmıştır. Ancak namazını edâ eden bir mükellefe; dışarıdan bir kimse sevindirici birhaber getirir, mükellef de bu haber üzerine cevab kasdı ile "Elhamdülillah" derse namazı ifsad olur. Zira cevab niyeti tesbihi değil, konuşmayı gündeme getirir. Yine mükellef namazını edâ ederken; kendisine dışarıdan kötü bir haber getirilir ve buna cevab niyetiyle: "İnnâ Lillâh ve innâ ileyhi raciûn" derse, namazı ifsad olur. Ancak bu iki durumda da (İyi ve kötü haberde de) "Sırf namazda olduğunu hatırlatmak" niyetiyle bunları söylerse namazı caizdir. Cevab niyeti kaydının konulması, bu mahiyeti (Tesbih ile konuşmasının farkını) beyan içindir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir. Sadrü'ş Şahid'in "Camiû's Sağir" inde: "Bir kimse (İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Raciûn'u) cevab kasdı ile söylerse, imamların hepsinin indinde namazı bozulur denilmiştir.

Namazını edâ eden bir mükellef; herhangi bir ızdırab veren durum ortada mevcud değilken "Ah, of, vah, eyvah" derse namazı ifsad olur. Gerçi "Ah ve of" iki harf olarak ele alınarak, İmam-ı Yusuf (rha)'un buna muhalif olduğu beyan olunmuştur. Elbette bu "Ah, of, vah ve eyvah" dediğinin âşikar olması, yani çevreden işitilmesi esastır. Herhangi bir ızdırab (ağır hastalık vs.) sebebiyle "Ah veya of" çekerse, ayrıca namaz esnasında Cehennem'i hatırlarsa ve bu sebeble "Eyvah" çekerse, durum ihtilaflıdır. Kafi'de zikredildiğine göre; bu gibi durumlarda da namaz ifsad olur. Tatarhaniye'de bunun zıddı da rivayet edilmiştir. Şöyle ki; Muhamed b. Mesleme (rha)'ye bu durum sorulmuş, çok şiddetli ağrıdan veya cehennemi hatırlamaktan olursa namaz ifsad olmaz demiştir. Çok şiddetli ağrı sebebiyle; gözlerinden yaş gelmesi de, mükellefin namazını ifsad etmez. Ulemâ Fetva için; çok şiddetli ağrı sebebiyle "Ah ve of" şeklindeki inlemelerde veya cehennemi hatırlayarak bunları söyleme durumunda, namazın ifsad olmayacağına fetva vermenin güzel olacağını tasrih etmiştir.

Bir kimse ALLAHû Teâla (cc)'nın ismini işitir de "Celle Celâlühü" der, yahud Peygamber (sav)'in ismini işitir de selâvat getirirse veya imamın kıraatını işitir de "SadakALLAHû ve Resûlünü" derse; ona cevab vermeyi kasd ettiği takdirde namazı bozulur. Şeytanın anıldığını işitir de, lanet getirirse yine namazı bozulur. Bazıları bozulmayacağını söylemişlerdir. Vesveseyi gidermek için "Lâhavle velâ kuvvete illâ billâh" derse, dünya işi için olduğu takdirde namazı bozulur. Ahiret umuru için olursa bozulmaz. Terastan birşey düşer de besmele çekerse, yahud biri lehte veya aleyhte dua eder de, namazdaki kimse "Amin" derse namazı bozulur. İmam-ı Yusuf (rha) göre bunların hiçbiri ile namaz bozulmaz. Fakat sahih olan tarafeynin (İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammed'in, bozulacağına dair olan) kavlidir. Onlar konuşmanın maksadına göre amel ederler.

Namazını edâ eden bir mükellef; kıraatı açıktan yaparken tutulsa, namazın dışındaki bir kimse tarafından açılan yolla devam etse, namazı ifsad olur. Ancak muktedi ile imam arasında cereyan ederse durum farklılaşır. Eğer imam açıktan kıraat ederken tutulursa; muktedinin kıraata niyet etmeksizin, sırf imamı açmak niyetiyle okuması istihsanen caizdir. İbn-i Abidin: "İmam tutulur tutulmaz ayeti hatırlatmak mekruhtur. Nitekim imamın da kendini darboğaza sokması mekruhtur. İmam ayeti bulduramayınca, okuduğuna eklediği vakit namaz bozulmayacak şekilde başka bir ayete veya başka bir sûreye geçmeli yahud farz miktarı okumuşsa rükûa gitmelidir. Nitekim Zeylei ve başkaları buna cezm etmişlerdir. Bir rivayette müstehab olan miktarı okumuşsa rükûa gitmelidir. Nitekim Kemâl İbn-i Hümam bunu tercih etmiş; delilden bunun anlaşıldığını söylemiştir. Bahır ve Nehir sahipleri de onu tasdik etmişlerdir" hükmünü zikretmektedir. Bilindiği gibi bir ayeti tekrar tekrar okumaya veya susup kalmaya ilcâ denir. İmamet görevinde bulunan kimsenin bu hale düşmesi veya tutulup kalması durumunda, muktedî kıraata niyyet etmeden yolu açar!.. Dolayısıyla cemaatle namaz kılarken; imamın hemen arkasında Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmiş kimselerin bulunması (Velev ki, cemaatin en yaşlılarından olmasa bile) esastır. Bu hususta titizlik gösterilmezse, hem imamın, hem cemaatin namazının fesada gitmesi mümkündür.

Namazı edâ eden kimse; Kur'an-ı Kerim'in (Mushaf'ın yüzüne bakarak okursa İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'ye göre namazı ifsad olur. İmameyn'in kavline göre ise; namazı bozulmaz. İmam-ı Azam (rha) Kur'an-ı Kerim'i taşımanın, yapraklarını çevirmenin ve ona bakarak kıraat etmenin, namaz kılan kimse için amel-i kesir olduğunu esas almıştır. İmam-ı Merginani bu hususu beyan ederken; namaz kılarken "Kur'an-ı Kerim'in yüzüne bakarak okuma" fiilinde, ehl-i kitaba benzeme vakıasının da varlığını kaydeder. Ayrıca bunun dıştan gelen bir telkin mahiyeti taşıdığını da zikretmektedir.

Namazını edâ eden bir mükellefin; namazın içinde iken yemesi ve içmesi kat'i olarak namazı ifsad eder. Zira yeme ve içme fiilleri namaza aykırıdır. İster, bilerek isterse unutarak olsun durum değişmez.

Namazın fiillerinden veya namazı ıslâh eden fiillerden olmayan her amel-i kesir (çok amel) namazı bozar. "Amel-i Kesir" nedir? sualine ulema farklı cevaplar vermiştir. Feteva-ı Hindiyye'de: "İki elle yapılması adet olan işlere amel-i kesir denir" tarifi yer almıştır. Molla Hüsrev: "Ekseri ulemaya göre, amel-i kesir odur ki dışardan birisi baktığı zaman, o fiili işleyen kimse, namazda olamaz zannına kapılır. Diğer bir kavle göre; amel-i kesir; musallinin çok kabul ettiği her fiildir" tarifi yer almıştır. "Birbiri ardınca yapılan üç hareket amel-i kesir'dir" tarifini esas alan ulemada mevcuttur. Serahsi'nin Muhiyt'inde "En güzel kavil", Tenvirû'l Ebsar ve Dürri'l Muhtar'da "En sahih olan" Feteva-ı Kadıhan ve Hulâsa'da "Alimlerimizin ittifakı bu kavildedir" denilen tarif: "Musalli'ye dışardan bakan birisi, musallinin işlediği o fiil yüzünden, onun namazda olmadığından şüphe etmezse amel-i kesir'dir."

Namazını edâ eden bir kimsenin; pislik (necaset-i galiza) üzerine secde etmesi, namazı ifsad eder. İmam-ı Yusuf (rha)'dan rivayet edilen bir kavle göre, bu durum secdeyi ifsad eder, namazı ifsad etmez. Hatta o secdeyi temiz bir yere yapsa sahih olur. Zira musallinin secdeyi pislik üzerine yapması "yok" hükmündedir. İmam-ı Azam (rha) ile İmam-ı Muhammed (rha)'in namazın bozulacağına dair delilleri şudur: Namaz bölünme kabul etmeyen bir bütündür. Eğer secde fasid olursa, namazın tamamı fasid olur. İbn-i Abidin: "Pislik üzerine secde eden kimse, o secdeyi temiz bir yerde tekrarlasa bile namazı bozulur. Esah olan kavil budur. Zahir rivayette budur. Nitekim hıyle, Bedai ve İmdad'da beyan edilmiştir" hükmünü zikretmektedir.

Namazını edâ eden bir kimsenin; meşru hiçbir mazeret yokken, kıbleye sırtını dönmesi namazı ifsad eder. Ayrıca namazını edâ eden mükellef; namaz esnasında dinden dönerse (Yani kalben küfre itikad ederse) namazı bozulur.
Avret yerinin açılması ve o halde iken; bir rükûn edâ etmek de, namazı ifsad eder. Burada rükûn edâ etmekten murad; rükûn edâ edecek süre kadar avret yerinin açık kalmasıdır. Eğer açılır-açılmaz derhal kapatırsa, namazı icmaen caizdir.

Sakız çiğnemek, namaz esnasında ağzına yağmur, dolu veya kar parçası düşen kimsenin bunları yutması, bir rükûn'de üç defa kaşınmak, elini boğazına sokarak kasden ağız dolusu kusmak ve baygınlık geçirmek namazı bozar.

NAMAZI BOZAN HALLER

Şu hallerde namaz bozulur:
1. Sabah namazını edâ ederken güneşin doğması,
2. Cum'a Namazını edâ ederken İkindi Vakti'nin girmesi,
3. Sargı üzerine mesh ile namaz kılan mükellefin; yarası iyileştiği için sargısının düşmesi,
4. Özür sahibi bir kimsenin, namazın içinde iken özürünün sona ermesi,
5. Ümmi olan kimsenin (Kur'an-ı Kerim okumasını bilmeyen) imamın yerine geçmesi halinde,
6. İma ile namaz kılan mükellefin, rükû etmeye ve secde yapmaya gücünün yetmesi halinde,
7. Mestleri üzerine mesh ederek abdest almış bir kimsenin, namazın içinde iken mesh müddetinin bitmesi durumunda,
8. Teyemmümle namaz kılmakta olan kimsenin, namazı edâ ederken suyu bulması halinde,
9. Ayakta bulunan mestlerin; çok bol olup, kolayca çıkıvermesi durumunda,
10. Ümmi olan kimsenin namazı edâ ederken, dinleyerek sureyi ezberlemesi halinde veya düşünerek bir sûreyi okuyabilmesi durumunda,
11. Çıplak olan bir kimse namazını edâ ederken, temiz ve kendisi ile namaz kılmak caiz olacak kadar bir elbise bulması halinde,
12. Pis bir elbise ile namaz kılan mükellefin; elbisesindeki o necaseti giderecek bir imkan bulursa namazı bozulur. Aynı kimse bu imkanı bulamaz da; elbisesinin dörtte biri veya daha fazlası temiz olursa, bununla örtünmesi mümkün olduğu halde terkederse namazı bozulur,
13. Sahib-i Tertib olan bir kimse; namazını edâ ederken, geçirmiş olduğu bir namazını hatırlarsa,
14. Abdestli bir kimse; teyemmüm etmiş bir kimsenin arkasında namaza durursa ve namaz kılarken suyu görürse namazı bozulur. Ayrıca bir kimse imamın sahib-i tertib olduğunu bilir ve namaz içerisindeyken onun da kazaya kalmış bir namazının olduğunu hatırlarsa, bu iki durumda sadece iktida edenin (Yani cemaat durumunda olan kimsenin) namazı bozulur ve batıl olur. Tebyin'de de böyledir. Alauddin El Haskafi, bu meselelere ilave olarak; namaz kılmakta olan cariyenin azad olunması halinde derhal peçelenmezse, bayram namazı kılan kimsenin güneşin zevale erdiğini bilmesinin ve kaza namazı kılan kimsenin üzerine üç kerahat vaktinden birinin girmesinin namazını bozacağını ilave etmiştir Molla Hüsrev: "Sabah namazında güneşin doğmasıyla, Cum'a namazında ikindi vaktinin girmesiyle, namaz içinde özürlünün özrünün ortadan kalkmasıyla, yaranın iyileşip sargının düşmesiyle, pislikle namaz kılan kimsenin, pisliği gideren şeyi teşehhüd miktarı oturduktan sonra bulmasıyla ve cariyenin tesettürsüz (yani asıl kıyafetiyle) namaz kılarken azad edildiğinde avretini örtememesi halinde meydana gelen durumlar. İmam-ı Azam (rha)'a göre, namaz kılan kimsenin kendi iradesi olmaksızın namazı bozucu hallerdir. İmameyn'den gelen kavil ise; bu durumlar kendi isteğiyle namazdan çıkma hükmündedir" buyurmaktadır.

Yukarıda zikrettiğimiz durumlarda namaz batıl olduğu zaman, bu namazlar "Nafile'ye" dönüşmüş olmaz. İbn-i Abidin; "Buradaki "batıl olmakla" tabirinden murad; aslın ve vasfın batıl olmasına ve yalnız vasfın batıl olmasına şamildir" hükmünü zikretmektedir. Yalnız şu üç halde, bu namazlar nafile namaza dönüşür: Birincisi: Tertib sahibinin, namazını edâ ederken, geçirdiği bir namazının (faite'nin) bulunduğunu hatırlaması halidir. İkincisi: Sabah namazını edâ ederken güneşin doğması halidir. Üçüncüsü: Cum'a namazını edâ ederken, ikindi vaktinin girmesi halidir.

07 Aralık 2006

CEMÂATLE NAMAZ KILMANIN FAZILETI

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

Cemâatle kilinan namaz, tek basina kilinan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.»

Ebû Hureyre r.a rivayet ediyor. «Bir keresinde bazilari cemâatle namaz kilmaya gelmemislerdi, bunun üzerine Peygamber'imiz s.a.v buyurdu ki

Bir ara, namazi kildirsin dîye birini yerime birakayim gidip cemâatten geri kalanlarin evlerini yakayim, diye düsündüm.»

Diger bir rivayete göre, hadisin sonu söyledir. "... Sonra cemâatten geri kalanlara varip mes'âle ile evlerinin yakilmasini emredeyim, diye dü­sündüm." Bunlardan biri eger yagli bir kemik veya iki hayvan tirnagi bulacagini bilse ona (yatsi namazina) gelirdi.»

Hz. Osman (R.A.) der ki: «Yatsi namazini cemaatla kilan kimse, gecenin yarisini, sabah namazini cemâatle kilan kimse tamâmini ibadetle geçirmis gibidir.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

Vakit namazlarindan birini cemâatle kilan kimse, girtlagina kadar Ibadetle dolu hale gelir.

SAid Ibni Müseyyeb (R.A.) buyurdu kî; «Yirmi seneden beri müezzin her ezan okurken ben camide olurum.

Muhammed Ibni Vasi buyurur ki: «Dünyada yalniz üc sey istiyorum:

1) Eğriliğe sapinca beni dogrultacak bir din kardesi.
2) Kimseye muhtaç olmaksizin ve helâl yollardan elde edilen zarurî geçim kaynagi.
3) Yanlisligi benden afvedilen ve sevabi üzerime yazilan cemâat namazi.

Bildirildigine göre. Ubeyde Ibni Cerrah r.a bir keresinde bir guruba imam olmus, onlara namaz kildirmisti. Namazdan sonra söyle dedi; «Az öncesine kadar seytan beni etki altinda tutarak kendimi baskalarindan üstün görmeme yol açti. Bundan sonra hic imamlik yapmayacagim.
Hasan-ül Basrî r.a buyurdu ki; «Âlimler ile düsüp kalkmayanin pesinde namaz kilmayin.

Nehaî r.a buyurur ki; "Bilmeden imam olan kimse, azini çogundan ayirdetmeksizin denizde su ölçen gibidir."

Hatem-ul Esam r.a buyurur ki; «Bir vakit namazinda cemâatten geri kaldim, sâdece Ebû Ishak'ul Buhari teziyetime geldi. Oysa ki, eger bir çocugum ölseydi, on binden fazla kisi beni taziye etmeye gelirdi. Cünki din konusunda karsilasilan musibet, insanlarin gözünde dünya ile ilgili olan musibetten daha az önemlidir.»

Ibni Abbas r.a buyurur ki; "Ezan sesini isittigi halde ona icabet etmeyen kimsenin hem kendisi hayri dilememistir ve hem de hayir kendisini istememistir."

Ebû Hureyre r.a buyurur ki; «Insanlarin ezani isitip bu cagriya uymamasindan, kulagina eritilmis kursun dökülmesi daha iyidir.»

Anlatildigina göre. Meymun Ibni Mihran r.a bir gün camiye gelince kendisine cemâatin dagildigi bildirilir, o zaman o söyle der; «Hiç süphesiz, biz Allah içiniz ve O'na dönecegiz. Bu namazin fazileti benim için Irak valiliginden daha sevimlidir.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

Kim hiç bir iftitâh tekbirini kaçirmamak üzere kirk gün boyunca namazini cemâatle kilarsa, Allah ona biri münafiklikdan ve digeri de cehennemden olmak üzere, iki kurtulus berati yazar.»

Anlatildigina göre. Kiyamet Günü olunca bazi kimseler, parlak yildiz gibi bir yüzle Mahser toplantisina gelirler, melekler onlara «Dünyada ne amel islerdiniz» diye sorarlar, onlar da «Ezani duyunca baska bir seyle oyalanmaksizin hemen abdest almaya kalkardik» diye cevap verirler. Arkasindan bir takim baska kimseler ay gibi yüzler ile Mahser toplantisina gelirler, onlar da meleklerin ayni sorusuna «namaz vakti girmeden önce abdest alirdik» diye cevap verirler.

Daha sonra yüzleri günes gibi parlayan bir gurup toplanti yerine gelir, bunlar da meleklerin ayni sorusuna «Her zaman ezani camide dinlerdik» diye cevap verirler.

23 Eylül 2006

TERAVİH NAMAZININ FAZİLETLERİ

Rasulullah s.a.v efendimiz ramazan ayında kılınan teravih namazının faziletleri sorulduğu zaman şöyle buyurmuşlardır: “teravih namazını kılan mümin kimse hemen her teravih kıldığı yerde bir başka hal olur”
Şöyleki:
Gecede : Anasından doğduğu gün ki gibi günahlarından arınır.
Gecede : kendileri eğer mümin iseler ana babalarının günahları af olur.
Gecede : Arş altında bir melek şöyle seslenir : Amel temize çıktı, Allah günahlarını bağışladı.
Gecede : onun için verilecek mükafat Tevrat’ı, İncil’i Zebur, kuran-ı kerimi okumuş kimseni sevabına nail olur.
Gecede : Yüce Allah ona mescidi haramda namaz kılanın, Medine deki mescidi nebevi deki namaz kılanın sevabı kadar sevap ihsan eder.
Gecede : Yüce Allah ona beyt-ül mamur-u tavaf edenin sevabı ihsan eder. Her taş. Her kiremit dahi onun bağışlanmasını diler.
Gecede : Musa.as’a yetişmiş ve firavuna karşı on ayardım etmişçesine sevap yazılır.
Gecede : Yüce Allah İbrahim a.s yaptığı ihsanı ona da eder.
Gecede : Rasülullah s.a.v ettiği ibadet gibi yüce Allaha ibadet etmiş olur.
10. Gecede: Yüce Allah ona dünyanın ve ahi ret’in hayrını nasip eder.
11.Gecede : Ölecek olursa dünyadan anasından ilk doğduğu gün gibi tertemiz günahsız olarak ölür.
12. Gecede : Kıyamet günü öğle bir halde gelir ki yüzü ayın on dördüncü gecesi gibi parlak olur.
13. Gecede : kıyamet gününe her türlü kötülükten emin olarak gelir.
Gecede : Melekler şu şekilde onun lehine şahitlik ederek gelirler, bu kimse teravih kıldı bundan sonra Allah onu hesaba çekmez.
Gecede : Melekler arşı ve kürsü taşıyanlar onu bağışlaması için şefaatçi olur.
Gecede : Yüce Allah o kimse için cehennem ateşinden kurtulduğuna dair bir berat fermanı yazar.
Gecede : kendisine peygamberlerin sevabına denk sevap verilir.
Gecede : Bir melek şöyle seslenir “ ey Allahın kulu Allah senden, ana ve babandan razı oldu.
Gecede : Şehitlerin ve Salih zatların sevabına denk sevap verilir.
Gecede : Yüce Allah onlar için cennette nurdan bir köşk hazırlar.
Gecede : Kıyamet gugu her türlü gamdan ve kederden emin olur.
Gecede : Yüce Allah onun için cennette bir şehir kurar.
Gecede : O nün için yirmi dört tane makbul dua vardır.
Gecede : Yüce Allah onun için kırk yıllık amel sevabı yazar.
Gecede : Yüce Allah ondan kabir azabını kaldırır.
Gecede : Onun için sırat köprüsünü çakan bir şimşek gibi geçme ihsanı verir.
Gecede : Yüce Allah ona bir makbul hac sevabı ihsan eder.
Gecede : Yüce Allah onun için cennetteki derecesini bir kat daha arttırır.
Gecede : Yüce Allah şöyle buyurur: “ Ey kulum cennetin meyvelerinden ye, selsebil suyundan yıkan, Kevser şarabından iç, ben seni Rabbinim, sende benim kulumsun.” Der.
Rabbimiz kendisine hakiki kul edenlerden eylesin. Amin…

15 Eylül 2006

NAMAZDA HUŞU

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki: "Namazlarinda husu içinde olan mü´minler kurtulusa ermislerdir." Bilesin ki, dil âlimleri «husu» kelimesini «korkmak» ve «çekinmek» gibi kalb eylemlerinden sayar, bazilari da «sükûnet» , «öteye - beriye bakmamak» ve «oynamamak» gibi davranis eylemlerinden kabul eder. Fikih âlimleri «husu» ´un namazin farzlarindan mi oldugu, yoksa faziletlerinden mi sayilmasi gerektigi hususunda anlasmazlik halindedirler, her iki görüsü de ileri sürenler vardir. Birinci görüsü savunanlar su hadis ve âyete dayaniyorlar. Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Kulun ancak akli tam yerinde iken kildigi namaz, namaz yerine geçer." Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki: "Namazi beni hatirlamak için kil!" (Tahâ, 14), ilk görusü savunanlara göre gaflet hali «zikir» ´ le. yani Allah (C.C)´i hatirda tutma eylemi ile bagdasmaz, bu yüzden ulu Allah (C.C): «Sakin gafillerden olma» diye buyurur. (Araf Sûresi - 205) Beyhakî´nin Muhammed Ibni Sirin (R.A.) dan rivayetine göre Muhammed Ibni Sirin söyle demistir: «Haber aldim ki Peygamber´imiz (S.A.S.) namaz kilarken gözlerini havaya kaldirdigi için bu âyet inmistir.» Abdurrezzak´in (R.A.) ayni konudaki rivayetinde bu âyet inince Peygamber (S.A.S.)´imizin kendisine namazda husu içinde olmasini ve gözlerini secde yerinden ayirmamasini emrettigi ilâve edilmektedir. Hakim ve Beyhaki´nin birlikte Ebu Hureyre (R.A.) dan naklettiklerine göre Peygamber´imiz (S.A.S.) namaz kildigi vakit gözlerini semaya dikerdi. Bunun üzerine kendisine yukardaki âyet inmis, o da hemen besini egmisti» .» Hasan´dan (R.A.) rivayet edildigine göre Peygamber´imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor:
"Bes vakit namaz, bîrinizin evin önünden akan suyu çok bir nehir gibidir, her gün bes kere bu nehre girip yikanirsa üzerinde kir namina bir sey kalabilir mi?" Peygamber´imiz (S.A.S.) demek istiyor ki: büyükleri disinda bütün günahtan, geride hic bir sey birakmamak üzere, bes vakit namaz giderir. Elbette ki bu durum, husu içinde ve kalb huzuru ile kilinan namaz için söz konusudur, böyie olmayan namaz da zaten sahibine reddedilir. Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Dünyanin her seyi ile ikisini keserek iki rek\´at namaz kilan kimsenin geçmis bütün günahlari affedilir." Yine Peygamber´imiz (S.A.S.) söyle buyuruyor: "Namaz kilmak, hacca gitmek, Beytüllah´i tavaf etmek ve diger usulü belirlenen ibadetler, Allah (C.C)´i hatirda tutmayi saglamak için emredilmistir. Hatirlanan hakkinda ki asil amaç ve hedef o´dur, kalbinde saygi ve ürperme olunmayinca böyle bir hatirlamanin (zikrin) ne kiymeti vardir?» Yine Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Kötü ve çirkin davranislardan sahibine alikoyamayan namaz kulun Allah (C.C)´dan daha çok uzaklasmasina sebep olur." Bekir Ibni Abdullah der ki: «ey insanoglu! Allah (C.C)´in huzuruna izinsiz girip kendisi ile tercümansiz konusmak istersen bunu yapabilirsin.» Kendisine «bu nasil olabilir?» diye sorarlar. Bekr Ibni Abdullah söyle cevap verir: «iyicene bir abdest alirsin, ve namaz yerine gidersin. Iste o anda Allah (C.C)´in huzuruna izinsiz girmis, tercümansiz O´nunla konusmus olursun.» Hz. Ayse (R. Anha) diyor ki: «Rasulullah (S.A.V) ile karsilikli konusurduk. (O bize bir sey der, biz de O\´na karsiliginda bir sey söylerdik.) Fakat namaz vakti girince Allah (C.C)´in azameti ile öylesine mesgul olurdu ki, sanki ne O bizi tanir ve ne de biz O´nu tanir olurduk.» Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Allah (C.C), kulun kalbi ile bedenini birlikte hazirlayarak kilmadigi namazin tarafina bakmaz." Allah (C.C)´in dostu Hz.ibrahim (A.S.) namaza durdugu zaman iki mil uzaktan kalbinin atisi duyulurdu. Said ül-Tenuhî (rehimehullahu) namaz kilarken yanagindan sakalina süzülen göz yaslari dinmezdi. Peygamber´imiz (S.A.S.) adamin birini namazda sakali ile oynerken gördü ve «eger bu adamin kalbi Allah (C.C) korkusu tasisa azalari da tasirdi» diye buyurdu. Anlatildigina göre Hz. Ali (kerremellahu vechehu) namaz vakti girince titremeye boslar, rengi atardi. «Ne oluyor sana ya emirülmüminin?» dediklerinde «göklere yere ve daglara arzedilince ürkerek yüklenmekten çekindikleri halde benim üzerime aldigim emânetin vakti geldi» diye cevap verirdi. Rivayete göre Ali Ibni Hüseyin (rehimehullahu) abdest alirken rengi sararirdi, yakinlari ona «abdest alirken sana niye böyle oluyor» sorarlar. O da su cevabi verirdi: «kimin karsisina dikilmek istedigimi biliyor musunuz?» Rivayete göre Hatem ül-Asam´a (R.A.) namazi nasil kildigi hakkinda soru soruldu, o da söyle cevap verdi: «Namaz vakti girince güzelcene abdest alir, namaz kilacagim yere varirim, ezalarim yerine, otursun diye önce bir müddet otururum. Sonra kalkar, kaslarimin arasinda Kabe, ayaklanrimin altinda Sirat köprüsü, sagimda cennet, solumda cehennem. arkamda ölüm melegi olan Azrail vnrmis gibi farzederek ve kilacagim son namazmis gibi kabul ederek korku ve ümid arasi bir ruh hali içinde usulüne uygun bir tekbir alarak namaza dururum. Düzenli bir sekilde «Fatiha» ve «zammisure» okurum, tevazu içinde rukua vararak husu içinde secdeye kapanirim. Sonra sol ayagimin disini yere, sag ayagimi bas parmak üzere dikerek bagdas kurar, otururum. Bu yaptiklarima ihlas halini katarim. Sonunds «kildigim namaz acaba kabul oidu mu, yoksa olmadimi bilemem. Ibni Abbas (R. Anhuma) der kî: «tefekkür hali içinde kilinan ne uzun ne kisa (orta) iki rek´atlik namaz, basibos bir kalb ile kilinan bir gecelik namazdan daha hayirlidir.» Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Ahir zamanda ümmetimden öyleleri gelecek ki, camilere varacak, halka kurup oturacaklar. Dillerinden dünya ve dünya sevgisi düsmeyecektir. Öyleleri ile oturup kalkmayin, Allah (C.C)´´in onlara hic bir haceti yoktur.» Hasan El Basri´den (R.A.) rivayet edildigine göre: «Peygamber (S.A.V)´imiz (S.A.S.) bir gün «size insanlar arasinda en çirkin hirsiz kimdir, haber vereyim mi» diye buyurdu. Orada bulunanlar «kimdir ya Resulullah?» diye sordular. Peygamber (S.A.V) ´imiz «Namazindan çalandir» diye cevap verdi. Oradakiler «namazindan çalmasi nasil olur?» diye sordular. Peygamber (S.A.V)´imiz namazin ruküunu ve secdesini eksik - eksik yaparak» cevabini verdi. Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Kiyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çekilecektir. Namazdan yana bir eksigi çikmadigi takdirde hesaplasmasi kolay geçer. Fakat eger namazdan yana bir eksigi çikarsa ulu Allah (C.C) meleklerine «bu kulumun nafile ibadetleri varsa ondan borca kalmis farzlari yerine koyun» diy« buyurur.» Peygamber´imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: "Bir kula verilebilecek en hayirli hediye iki rek´at namaz kilsin diye kendisine izin vermektir." Namaza duracagi zaman Hz. Ömer´in (R.A.) bögürleri titrer ve disleri takirdardi. Bu halin sebebi kendisine sorulunca «emaneti yerine getirmenin ve farz borcunu ödemenin vakti geldi, bilmem ki, onu nasil yerine getirecegim?» Anlatildgtna göre Half Ibni Eyyüb (R.A) bir gün namazda iken bir yerinden ari sokar. Sokulan yer (konar, fakat half hiç bir sey duymaz.) Bu sirada Ibni Said çikagelir. Half´e üzerinden kan geldigini bildirir de o da elbisesini yikar. Ona sorarlar, «nasil oluyor, ari seni sokuyor, vücudunu kanatiyor da sen hiç bir sey duymuyorsun?» O da su cevabi verir. «Melik ül-Cebbar olan Allah (C.C)\´in huzurunda duran, basindan Azrail dikilen, solunda cehennem ve ayaklarinin altinda Sirat köprüsü bulunan kimse böyle bir seyi nasit duyabilir?» Amr Ibni Zerrin (rehimehullahu) eli kanser olmus, kendisi ibadet ve takvada hayli yüksek dereceye varmis bir zat idi, doktorlar «elini mutlaka kesmemiz gerekiyor» dediler. O da «öyle ise kesin» dedi. Doktorlar «seni ipler ile baglamadan kesemeyiz» dediler. Bunun üzerine «beni baglamanizi istemiyorum, namaza durdugum zaman kesiniz» dedi. Nitekim namaza durunca elini kestiler, o ise hiç bir sey duymadi bile.

28 Nisan 2006

NAMAZ’IN VAKİT VE REK’AT SAYISININ HİKMETLERİ :

Herkesin bildiği gibi biz dünya meşguliyetlerine kendimizi kaptırarak Allah’ın emirlerini unutarak günahkar oluyoruz. O halde dünya işleri ile ne kadar baş başa kalırsak günahkar olma ihtimalimiz o kadar fazladır. Namaz vakti gelince minarelerden dalga, dalga havaya yayılıp göye yükselten (Allah’u ekber) sesleri bizi kalbimizde biriken kirlerden temizlemeye davet eder.
Birde şöyle düşünelim. “Uyku yarı ölümdür” derler, gerçekte tam ölümden çok az farkı vardır. Sinir sistemi ile kan dolaşımı gibi ana faaliyetler bir yana bırakılacak olursa, uyku sırasında vücudun her türlü hareketi tamamen durmaktadır: uyku sayesin de gün boyu çalışarak yorulan göz, kulak, el, kol, bacak, beyin ve diğer bütün azalarımız dinlenmekte; enerji toplamakta ve ertesi günün çalışmalarına hazır hale gelmektedir.işte uykudan uyanınca kişi yarı yarıya öldükten sonra tekrar dirilten ve üstelik akşamki yorgunluk ve uyuşukluktan kurtarıp çalışma arzusu ile dopdolu hale getiren Allah’ın SABAH NAMAZI adı sabah namazı adı altında minnet ve teşekkür borcunu ödemeye çalışmaktadır.
Taze bir kuvvet ve yepyeni bir enerji ile işine koşan, günün ortasına kadar çalışırken, Allah’ın binlerce nimetini kullanmakta, binlerce yardımına mazhar olmaktadır. Bu sayede dünyalık ihtiyaçlarını karşılamakta, kendisinin ve bakmak zorunda olduğu kişilerin rızkını sağlamaktadır. Bu arada epeyce günahlar, hatalar yanlışlıklarda yapmaktadır.
İşte bunun üzerine kişi hem sabah dan beri devam eden nimetlerine karşı bunlar henüz teker, teker aklında iken, şükür borcunu ödemek için ÖĞLE NAMAZI adı altında Allah’ın huzuruna çıkar.
Aynı düşünce ve gayelerde İKİNDİ-AKŞAM ve YATSI namaz larınıda kıldıktan sonra kişi tertemiz olarak yorgun bedenini dinlendirip ertesi güne hazırlanmak üzere uykunun sıcak kollarına kendini atar.

Kullarına hiçbir zaman yapamıyacakları zor şeyleri emretmeyen, kulları için daima kolaylıkları emreden Cenab-ı Allah yolculukta farz namazların rekat sayısını normal hale nazaran nerdeyse yarıya kadar kısaltmış, böylece yolculuk sıkıntıları içinde, hiçbir zorluğa katlanmadan kullarına namaz kılma kolaylığını bağışlamıştır. Kolaylıklar sadece bundan ibaret değildir. Suyun bulunmadığı yerlerde teyemmüm edilebilmekte, ayakta da durmak mümkün olmayınca oturarak, oda zor gelince yaslanarak, daha da olmazsa yatılan yerde baş işareti ile namaz kılmaya müsaade verilmiştir.

Namazı cemaat ile kılınması hususunda ise sayılmayacak kadar hikmetler vardır. Zengin, fakir, amir, memur, genç yaşlı, alim, cahil, bütün Müslümanlar tek imamın arkasında, insanlar arasında fark gözetmeyen yüce yaratıcılarına yönelmektedir.bu suretle birlik, beraberlik,karşılıklı sevgi ve saygı duyguları gelişmekte, insanlığın en büyük arzusu olan gerçek eşitliğin temelleri ruhlara atılmakta ve bu, günde beş defa tekrar edilerek, sağlam ve sarsılmaz bir alışkanlık haline getirilmektedir. Bununla da yetinilmemekte, haftada bir kere Cuma günleri daha büyük bir kalabalık teşkil edilmekte, bayramlarda ilahi coşkuyla dolup taşan kalpler yılda iki kere daha büyük toplular meydana getirmekte, nihayet ömürde bir defa gücü yeten Müslümanlar tek bir merkezde (kâbe’de) toplanarak cemiyet ruhu canlandırmakta İslam kardeşliği şuuru geliştirmektedir.

İşte İslam dinin bu kalpleri bağlayan, kenetleyen bağlayan eşsiz adetleri sayesindedir ki, bir zamanlar Müslümanlar arasında gerçek kardeşlik ve eşitlik duyguları yerleşebilmiş, halife ve padişahlar kendilerini dağda ki çobanla bir tutabilmiş ve insanlığın bu gün bile ulaşamadığı bir iş ve kader birliyi örneği vere bilmişlerdir. İslam, prensiplerini bir, bir terk etmeye başlandığı günden beri Müslümanlar arasında sağlam birlik gevşemiş, müminler başka milletlerin boyunduruğu altına girmiş, yada onların maddi yardımlarına el açacak kadar alçalmıştı ve bugün ki hale gelmiştir. Ülkenin tekrar kalkınmanın yolları şüphe siz ki tekrar İslam prensiplerini sarılmak ile olacaktır.

Hikmet ve faydalarının ancak bir kısmını saya bildiğimiz namaz gibi en önemli bir ibadete karşı zamanımızın Müslümanları arasında büyük bir tembellik göze çarpmaktadır. Namazın farzlığına ve sayılmaz faydalarına sağlam imanları olan Müslümanlara ne oluyor? Yoksa onların afedilecek hiç günahları yok mu? Karşılığında teşekkür edecekleri şanı yüce yaratıcının nimetlerini kullanmadıklarını mı ileri süreceklerdir? Yoksa Allah’ın nezdinde daha yüksek bir derece elde etmek, yüce Allah’ a daha yakın olmak, dolayısı ile şeytandan daha da uzaklaşmak, tertemiz ve her an doğruluğa açık ve fenalığa kapalı bir kalbin sahibi olmak bu gafil Müslümanlara cazip gelmemekte midir? Acaba kabir azabı, hesap günü ile cennet ve cehennem den zaman, zaman şüpheye mi düşmektedirler? Yada onlara kayırıcı bir muamele göreceklerine dair sağlam bir senet mi ele geçirmişlerdir?

Biliyoruz ki, sorular halinde ileri sürdüğümüz bu ihtimallerden hiç biri imanı bütün Müslümanlar için söz konusu edilemez. Ortada sadece büyük bir tembellik ve büyük bir vurdum duymazlık vardır. Her Müslüman aklını başına alıp iyice düşünmelidir. Hıristiyanların kilisesine, Yahudi nin havrasına, sıkı sıkıya devam ettiği bir zamanda, öksüz ve cemaatsiz bekleyen camilerle kılınmayan namazlar hangi dini bütün müslümanı kalbinden hançerlemez? Bu acıyı içimizde duymuyorsak, diğer batılı dinler git gide gelişmekte olan dinsizlik dünyasının eline, başımıza felaketler yağdırmasının imkanını verdiğimiz bir yana, bu amelsiz zayıf imanımızdan mahrum kalma tehlikesinden de korkmuyor muyuz?

Şuna inanıyoruz ki, çağımızda meydana gelecek bir yeniden dirilişin ilk müjdecisi, her müslümanın yukarıda bir parçacık açıklamaya çalıştığımız yüce duygular la, beş vakit namazını kılması olacaktır. Namaz vakti gelince, gökleri delercesine çıkan “ALLAHUEKBER” sesleri bizi kalplerimizde biriken günah kirlerinden temizlemeye davet ediyor.

Cenab-ı Allah hepimizi manasını bilerek ve icaplarını hakkıyla yerine getirerek beş vakit namaz kılanlardan eylesin:Amin…

27 Nisan 2006

NAMAZIN HİKMETLERİ

1) Kişi namaza iftitah (açılış) tekbiri alarak başlar. Bu tekbirle namazdan önce peşinde koştuğu, elde etmek istediği, ele geçiremediği için üzüldüğü, sevdiği ve nefret ettiği her şeyi büyük bir samimiyet içinde elini tersi ile arkaya ve kalbinden de sıyırıp çıkararak“ her şeyden daha büyük olduğunu ifade ettiği yüce Yaradanına yönelir. Artık öyle yüce Yaradanın karşısında durmaktadır ki, varlığın ne başlangıcı nede sonu vardır. Her şey onun kudretinde yoktan var olmuştur. O dilediği kadar mevcut olacak, onun istediği üzerine günün birinde her şey yok olacaktır. En küçük madde zerresinden tutun da, ışıklarını ancak milyonlarca sende göndere bilen en uzak yıldıza kadar bütün kâinatta cereyan eden hadiseler onun kudret ve iradesi sayesinde meydana gelmektedir. Uçan kuşlar, renk,renk açan yapraklar, toprakta çatlayıp yeşeren ve sonra başak, başak ekin olan tohumlar, boşlukta korkunç hızlarla dönüp direksiz, askısız durarak ışık saçan binlerce yıldız, çağıldayarak akan sular, yakan ateşler, değişen mevsimler, fırtınalar, karlar, seller ve tufanlar hepsi O’nun emrine boyun eğerek hareket etmekte O’ndan oluş gücünü almaktadırlar. O’nun istek ve müsaadesi olmaksızın ne bir sinek kanadını kıpırdatabilir, ne büyük bir hızla namlusundan boşanan kurşun hedefine saplanabilir, ne kendini yükseklerde yere atan kişi ölebilir, ne alev seli haline gelen yangın önündekileri tutuşturabilir, ne güneş tutulabilir, ne ay soluklaşabilir, ne de bir şeyler söylemek üzere dudaklarını aralayan kişi dilini döndürüp arzu ettiklerini ifade edebilir. İşte büyük kâinat düzeni içinde ki canlı cansız her mahlukat gerçekte Allah’ın dilediğine uyup ondan emir aldığı için, kendi haline göre, o yüce Yaradana kulluk etmektedir. Koca kâinat içinde yüce Yaradana karşı gelebilen, emirlerine karşı ihmalkâr davranan tek varlık insanoğludur. O insanoğlu ki, Cenab-ı Hakkın geriye kalan bütün kâinatın onun faydalanması, onun rahatlıkla ihtiyaçlarını karşılaya bilmesi için yaratmıştır, varlığın merkezi odur. Bu yüzden akıl gibi üstün bir nimete de sahip olan insanoğlunun, Allah’ı en iyi tanıyan ve ona karşı olan vazifelerini en titizlikle yerine getiren bir varlık olması gerekirken, gündelik meşguliyetleri içinde şaşkın, şaşkın ömrünü tüketmektedir. İşte “ Allah her şeyden büyüktür” deyip Allah’tan başka her şeyi arkasına atan kişi bunların hepsini inceden inceye düşünmektedir. Sonra aklına insanlığın yaradılışı ve o sırada cereyan eden olaylar gelmektedir. Cenab-ı Allah bir gün meleklere “ben yeryüzünde arzu irademi temsil edecek bir halife, bir vekil yaratıp yerleştirmek istiyorum” diye buyurur ve yaratacağı insan hakkında meleklere ana bilgiler verir. Bunun üzerine melekler “ey Allah’ımız sen daha iyi bilirsin ama, yeryüzüne orda karışıklıklar çıkaran, kanlar döken bir varlık mı göndermek istiyorsun; halbuki biz gece gündüz durmadan sana ibadet etmekte, seni noksanlıklardan tenzih etmekteyiz” diye Allah’a cevap verirler. Cenab-ı Allah meleklerin bu itirazına “siz benim bildiklerimi bilemezsiniz” diye karşılık verir. İşte böylesine olaylar içinde yaratılan ilk insan Adem’e bütün meleklere secde etmesi emri verildi. Şeytandan başka bütün melekler bu emre uydu. Şeytan (a.l) ise Adem’den üstün olduğu için ona secde etmeyeceğini ileri sürerek insanlığı felakete sürükleyici günahların anası olan, kendini beğenmişliğin ilk tohumunu ekti. Bunun üzerine Allah’ın huzurundan ebediyen kovulunca yüce yaradana “mademki Adem yüzünden beni rahmetinden uzaklaştırdın, ona o kadar kıymet veriyorsun, bana evlatları arasında kandırabileceklerimi yolundan çıkarmama müsaade etmeni istiyorum” diye ricada bulundu. Cenab-ı Allah şeytana “bu müsaadeyi sana veriyorum. Ademin evlatları arasında benim bunca nimetlerimi görmeyerek senin gibi atalarına secde etmediği için rahmetimden uzaklaştırdığım birine uyacak olan varsa seni ve onların yerini hazırlamışımdır” diye cevap verir. Tekbir alarak yüce yaratıcısını karşısına dikilen mü’min kul bunları bir, bir düşündükten sonra anlar ki, o her an ne yaparsa iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya Allah’ın dilediğine uyarak, onun yeryüzündeki şerefli vekili, halifesi olacak yahut ta atası yüzünden Allah’ın rahmetinden kovulan ve öcünü Ademin evlatları sıfatıyla bütün insanları karanlık yollara sürükleyerek almak isteyen şeytanın yoluna hem iki dünyasını yıkacak, hem de kıyamet günü şeytanın, “işte kıymet verdiğin insan oğlu, görüyorsun senin dediğini mi yaptı? Yoksa benim peşimden mi geldi?” diye bilmesine imkân hazırlayacaktır. İşte bütün düşünceler içinden adım, adım ilerleyerek ne yapmak üzere kimin karşısına dikildiğini iyice anlayan kişi, kalbini ve kafasını gerçek manasıyla Allah’a ibadet etmeye hazırlamış demektir.
2) Bunu üzerine kişi, baş düşmanı olan şeytanın Allah’a giden aydınlık yolda önüne dikilmemesi için, fenalığından ulu Allah’a sığınmakta arkasından da esirgeyici ve bağışlayıcı Mevlâsından kabul kabul edilmeye değer bir namaz kılmaya muvaffak olması için, yardım dilemekte, yani euzu besmele çekmektedir.
3) Kişi artık kendisini tamamen, Allah’ın sevgisine teslim etmiştir. O’ndan bahsetmek istemekte O’nun buyruğundan başka söz ağzına almak istememektedir. Bunun için Kur’an-ı Kerim’in anası (özü) adı verilen Fatiha suresini okumakta, Allah’ı O’nun ulu zatına yakışır ve yaraşır bulduğu sıfatlarla övüp arkasından hidayetine sığınmakta, bunu da kafi görmeyerek Allah’la yapılan bir karşılıklı konuşmaya bir süre veya birkaç ayet okuyarak devam ettikten sonra, kişi hürmet sevgi ve saygını son haddinde rükua varmaktadır.
4) Hikmet: Rukü, her şeyden büyük olduğu ifade edilip sevgisine kalbin derinlikleri açılan her şeyin yardımcısına, ayakta dikilmeyi kâfi bir hürmet şekli görmeyip mümkün olan son noktaya kadar eğilmek suretiyle duyulan hürmeti bir başka türlü ifade etmektir. Kul bu eğilme halinde, gafil insanlar müstesna olarak,dilli olan ve olmayan bütün kainatla beraber ısrarla ve tekrar, tekrar öyle seslenmektedir.Ulu Allah’ımı noksan sıfatlar dan tenzih ederim (subhane rabbiyel azim)
5) Kulun coşkunluğu, kendini yaradan karşısında hiçe sayması o noktaya varıyor ki, bütün benlikçi ve şeytanın körüklediği duygulara en kuvvetli ve öldürücü darbeyi indirmek üzere secdeye kapanıyor. Secde halinde kul, benliğini sıfıra indirerek kendini toprakla bir ve eşit görmek suretiyle ulular ulusu Allah’ın hürmet ve saygısının zirvesine yükseliyor. Rabbinin “sizi ondan (topraktan) yarattık, yine oraya göndereceğiz, kıyamet günüde hesaba çekmek üzere oradan tekrar çıkartacağız” mealindeki âyeti celilesinin derin mânasını derin, derin düşünerek daha iyi anlıyor. “Ben insanları ve cinleri, başka hiçbir şey için değil, beni tanıyıp gereken kulluğu yapsınlar diye yarattım” diye buyuran Cenab-ı Halıkın gercek kulu oluyor. Vücudunun bütün zerrelerinden dökülen inanmış bir sesle ısrarlı bir şekilde ve tekrar , tekrar şöyle haykırıyor: “Yüceler yücesi rabbim, ona yakışmayan her türlü sıfattan beridir” “SUBHANEL RABBİYEL ÂĞLA). Bu ilahi vecd ve kendinden geçmişlik içinde kul “namaz mü’mini miracıdır.” Şeklindeki hadisin manasını beden ve vucud maddesini toprağa serip semaya yükselen ruh kuşunun kanat çırpıntıları ile tasdik etmektedir. İbadetin en ulvisi, kulu miraca yükselten secde halinden kalkınca kul, kısa bir oturuşdan sonra tekrar aynı duguları ifade edip aynı mana lezzetini tatmak için bir daha secdeye kapanıyor ve böylece namazın bir rekaatinı birmiş oluyor.
6) Mütekip her rek atın rukünları her defasında bir öncekinden daha arınmış bir kalple aynı coşkunluk içinde yerine getiriliyor. İşte nefisle şeytanla ve Allah’ı unutturucu her şeyle kişi, namazda topladığı kuvvet ve cephane ile savaşabilecektir. Namaz böyle düşünülerek ve anlaşılarak kılınırsa, ancak o zaman Zülcelal hazretlerinin buyruğu gibi “gerçekten namaz kişiyi fenalık yapmaktan alı koyar.” Yoksa namazın en manalı yerlerinde bile Allah’dan başka her şeyi düşünerek ve bu yüzden çeşitli yanlışlıklar yaparak, kupkuru hareketleri arka arkaya getirmek suretiyle kılınan namaz kişiyi olsa,olsa borç dan kurtarmaya yetebilir. Yüce Rabbim sadece borç dan kurtarıcı bir namaz değil de, onun şanına yaraşır şekilde namazımızı ifa etmeyi nasip eylesin. AMİN...

16 Nisan 2006

EZANIN HİKMETLERİ

İslam dini, namaz vakitlerinin girdiğini mü’minlere bildirmek için ezan okunmasını emretmiştir. Ezan derin ve ibretli manalar taşıyan özlü cümlelerden kurulu bir ilahi davet ifadesidir. Her beş vakit namazda minarelerden taşan ve her zaman duyduğumuz için olacak, derinlemesine manasını düşünmediğimiz cümle cümle inceleyelim.

1) Müezzin arka arkaya dört kere “Allahü Ekber” ifadeleri ile Allah’ın her şeyden büyük olduğunu dile getirerek ezana başlar. Müezzin, mü’minlere hatta herkese demek ister ki, “ulu Allah: peşinden koştuğumuz, derdini taşıdığımız, ele geçirmek için can attığımız ve elinize geçince sizi mes’ut edip rahata kavuşturacağını sandığın her şeyden daha büyüktür; O’nun rızasını kazanmaya çalışmak, o’nun dışındaki her şeyin arzusunu taşımaktan kullar hesabına daha menfaatlidir, çünkü her şey onun elinde ve emri altında olduğu için onun rızasını ve musadesini elde etmek sizin hiçbir isteğimize kavuşmak imkanı ve ihtimali yoktur.
2) Sonra müezzin “Eşhedüenlailahe illallah” ifadesiyle üstüne ikikere her şeyin en büyüğü olduğunu dile getirği bu yüce Allah’ın eşsiz ve tek olduğunu, ortağı ve benzeri olmadığını mü’minlere hatırlatır. Bu demektir ki “ey mü’minler, az önce her şeyin en buyuğu ve sahibi olduğunu ifade ettiğimiz Cenab_ı Allah’a yönelmek üzeresiniz, az sonra huzuruna çıkacaksınız. Onun için, iyice bilmelisiniz ki, Allah’ın eşi, ortağı yoktur. Ona yapacağınız ibadeti sırf onun rızasını kazanmak niyeti ile yapmalısınız, başkaca adi menfaatleri, maddi arzuları onun karşısında iken kalbinizde taşımamalısınız., bunları onun yüce birliğine ortak etmemelisiniz. Aksi halde ibadetlerinizi tamamen Allah’ı düşünerek yapmış sayılmayacağınız için vaat edilen mükafatlara kavuşmazsınız.
3) Arkasından müezzin “Eşhedü enne Muhammeden Rasulullah” ifadesiyle Hazreti Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğunu ilan eder. Bunu altında şu mana yatmaktadır: her şeyin en büyüğü ve ortaksız Allah’a ancak insanlığın kurtarıcısı Hazreti Muhammed’in önderliği sayesinde varılabilir: Âyet-i celilede ifade edildiği gibi “O boşuna konuşmamaktadır, Allah’ın kendisine bildirdiği kullara anlıya bilecekleri bir dil ile tebliğ etmektedir.” “Allah-ı gercekten sevenler ona uymalıdır, ancak onun yolundan gitmek suretiyle Allah-ın sevgisine mazhar olmak mümkün olabilir. Peygamber kılavuzluğunu kabul etmeksizin onun gösterdiğinden başka yollarla Allah’a varmaya kalkışmak, hidayet yolundayım diye zannederek, şeytanın boyuduruğu altına girmektir.Peygamberin yolunda gitmek de, Allahın emirlerine olan farzları onun tarifine uygun şekilde yapmak , ayrıca her konuda ki sünnetlerine de titizlikle riayet etmekle olur.
4) Daha sonra müezzin “Hayyaleselah (haydin namaza)” mü’minleri namaz kılmaya davet eder. Daha önce Allah’ın, kainatta peşinden koşacak her şeyden büyük olduğu, esi ve ortağı olmadığı ifade edilirken, zaten kapalı bir şekilde mü’minler ona ibadet etmeye davet edilmişlerdir.Bu defa daha önce yapılmış olan o kapalı davet açık ve sarih bir emir şeklinde tekrar ediliyor, mü’minler ibadetlerin en faziletlisi namaza koşmaya çağrılıyorlar.
5) Arkasından müezzin canlı cansız, dindar, dinsiz bütün kainata karşı “Haya alel felah (kurtuluşa geliniz)” diye haykırır. Bu ifade daha önceki “namaza geliniz” ifadesinin namaz kelimesi kaldırılarak yerine kurtuluş (felah) kullanmak suretiyle bir tekrardan ibarettir.Bu en öz ve kısa şekilde namaz kılmanın maddi ve manevi kurtuluş ve saadetin tek yolu olduğunu kullara açıklamaktadır. Mü’mine kısaca denmek isteniyor ki, “sen bütün varlığını ortaya dökerek gece ve gündüz saadet ve refah peşinde koşmaktasın, fakat herhalde sende fark ettin ki seni ve saadet ve rahatlığa kavuşturacağını ümit ettiğin şeyler ele geçseler bile sırtına sadece yeni ve daha başka dertler yüklüyorlar, bu arada özlediğin huzura bir türlü kavuşamıyorsun. Halbuki yaratıcın ulu Allah senin ihtiyacına göre, seni her türlü ihtiyaçlarına en kısa yoldan nasıl karşılanabileceğini de elbette ki o bilecektir. Sense onun tarifesini bırakmış başka kurtuluş ve saadet yolları arıyorsun, bulabilir misin ki? Senden önce bulabilmiş biri varmı ki, sende bulabilesin? O halde; işte seni yeni bir ilahi ses, huzuruna çağırıyor, kurtuluşa davet ediyor. Bu fırsatı kaçırma, sese kulak ver, en büyük kurtarıcın (H.Z) Allahın huzuruna koş.”
6) Ezanın sonunda müezzin üst üste iki defa “Allahu ekber, Allahu ekber (Allahherşeyden daha büyüktür, Allah büyüktür)” cümleleriyle bu ilahi davete son veriyor. Zaten ezana arka arkaya aynı ifade dört kere tekrar edilerek başlamıştı, aynı cümlenin tekrarıyla da ezan son bulmaktadır. Bunun en büyük hikmeti, Allah’ın adı anılarak başlanan bir işi yine Allah’ın adıyla bitirilmesinin, dolayısı ile her şeyin önünün ve sonunun Allah olduğunu açıkça belirtmenin gerçek bir İslam şiarı olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda yirmi dört saat boyunca, hiçbir işine koyulurken besmele çekmeyen ve dolayısı ile yirmi dört saatinin hiçbir işine, Allah’ın yardım ve bereketini katmadan günün deviren Müslümanlara ne yaman bir şamardır. Ayrıca az sonra Allahın huzuruna çağrılmakta olan bir müslümana son defa olarak Allah’ın büyüklüğünü hatırlatmak, karşısına çıkmak üzere olduğu büyükler büyüğüne layık olduğu saygıyı takınmaya, onu hazırlamak hususunda faydalı olacağı için, çok yerinde bir ihtardır. Nitekim hakimin huzuruna çıkmak üzere mahkeme kapısına kadar gelen bir kişiye, yanın da ki dostu veya büyüğü, tam içeri girerken nasıl davranacağını bir kere daha hatırlatır.
Ezanı duyan Müslümanlar müezzinin “Allahu ekber, eşhedü enlailahe illalah, ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah.” Cümlelerinin arkasından bu ifadeler ile belirtilen hakikatleri aynen kabul ettiklerini açıkca ve kesinlikle belirtmek üzere: “saddakte (evet doğru söylüyorsun)” diye karşılık verirler. Yalnız müezzin mü’minleri “ hayyalessalat ve haya alel felah” cümleleriyle namaz kılmaya davet edince bu cümlelere “ lâ havle velâ guvvete illâ billahil aliyyil azim ( yüce Allah’ın yardımı olmaksızın hiç kimse ne kıpırdaya bilir ve nede bir şey yapabilme gücünü kendinde bulabilir)” diye cevap verirler. Mü’min demek ister ki, “Ey müezzin kardeşim, beni namaz kılamaya çağırıyorsun. İyi güzel, bende gelmek isterim ama benim elimde ne var ki, ben sadece aciz bir kulum, içime çektiğim nefes; dışarıya boşaltacak kadar ömrüm olup olmadığını bilemem, yaşasam bile az sonra yerimden kıpırdayamayacak derecede hasta olmayacağım hakkında söz veremem. Onun için eğer Cenab-ı Allah bana kudret ve imkân verirse seni davetin üzerine onun yüce huzuruna çıkacak ve senin vasıtanla va’dedilen dünya ve ahiret sadetiden payımı almaya çalışacağım.” Rabbim! layıkıyla huzuruna çıkmayı nasip eyle. Amin!!!!